Aile, benzeri
toplumsal kurumlar gibi her türlü toplumsal olayın etkisine açıktır.Bu önerme,
aileyi meydana getiren bireylerin toplumsallaşma serüveninin aileye rağmen
taşıdığı farklı özelliklere daha uygun düşmektedir. Çünkü çağdaş aile
, toplumu
ve çağının değişmelerine tanık olmakta aynı zamanda mikro-sosyal bir çevre
olarak kendi kesiti içinde toplumuna da tanıklık etmektedir. Geçmişteki otonom
aile yapısı yerini dış dünyadan haberli, tüm aile bireylerinin kendi dışındaki
gelişmelerle zorunlu iletişim halinde olduğu bir aile yapısına bırakmıştır.
Yani aile geçmişte bir tek üyesi ile etkilenirken, günümüzde tüm bireyleriyle
aracısız ve doğrudan her türlü etkiye açıktır.
Teknolojik
gelişmenin yol açtığı yeni davranış ve yaşama biçimleri toplumsal hareketliliği
hızlandırırken, geleneksel değerlerinde büyük ölçüde sarsıntı geçirmesine neden
olmaktadır. Ancak değerler arasındaki söz konusu geçiş her zaman beklenildiği
gibi olamamakta, toplumlarda kaybolan değerlerin yerine yeni değerlerin ikamesi
gecikmektedir. Özellikle parasal gücün yüceleştirdiği ve hatta meta (nesne)
fetişizmi yoluyla kutsallaştırıldığı bir toplumda bu ekonomik değerlere uyumlu
yeni ahlaki değerlerin yaratılması ve bu iki değer sistemini uyumlu ve dengeli
bir biçimde içselleştirmiş bir kişilik yapısının oluşması uzun bir zamanı
gerektirmektedir.
Kendi içindeki
çeşitli bölünme ve değişmelere rağmen geleneksel özellikleri ağır basan aile,
sahip olduğu değerlerin muhafazası ile yeni değerlerin benimsenmesi açısından
sosyo-kültürel değişimin doğasına uygun çatışmalara konu olmaktadır. Bu
çatışmanın aile üyeleri arasındaki sahip olduğu farklı görünüm temeldeki
değişimin üyeler arasındaki farklı etkileri sebebiyledir. Çünkü aynı çatı altındaki
farklı kuşaklar aynı zamanda farklı çabalar, ilgiler ve değerler demektir.
Yabancılaşma
aile planındaki görünümlerinin böyle bir farklılaşma olgusuna bağlı olarak
geliştiği söylenebilir. Bunları toplumun ekonomik ve kültürel değişime paralel
olarak aile içi ve aile dışı etkileşimlerin kendine özgü örneklerinde aramak
gerekir.
Aile Dışı
İlişkiler
Tüm aile
bireylerinin tek tek ya da bütünüyle yakın çevre, iş dünyası ve toplumsal
hayatla ilişkilerine işaret etmektedir. Bu ilişkiler tek boyutlu olmayıp birden
fazla boyuta sahiptir.
Aile içindeki
kuşak farklılığı olanca bütünselliğine rağmen toplumsal ilişkilerin anne-baba
ve genç kuşaklar tarafından farklı algılanma nedeni olmaktadır. Açıkçası böyle
bir ikilem farklı temsil yeteneği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla aile her
zaman geleneksel değerlerle yeni değerlerin çatışmasına müsait bir ortama
sahiptir. Bu ortam ekonomik düzey ve ihtiyaçlar, kültürel ilgi ve eğilimler,
kitle iletişim araçları gibi değişik etkilere açık, zaman zaman bunların bir
kısmı ya da tümünün tehdidi altında bulunmaktadır.
Yeterli ekonomik
güce ve bu gücün gerektirdiği kültüre sahip olmayan ailelerin aile dışı
ilişkilerinin ailenin kendi kontrolü dışında geliştiği söylenebilir. Telkin ve
teşvik edilen yaşama biçimlerinin ailede kolaylıkla kabul görmesi bu çerçevede
anlaşılmalıdır.
Bu anlamda
yabancılaşma örnekleri her bir ailenin kendi sosyo-ekonomik ve kültürel
düzeyine uygun olmayan ilgi, özlem ve eğilimlerle ortaya çıkar. Günlük hayatta
özenti ile ifade edilen tüm ilgiler aile yabancılaşmasının somut görüntülerini
teşkil eder.
Aile İçi
İlişkiler
Bu ilişkiler
farklı kuşaklar arasında olduğu gibi kuşak farkına rağmen görülebilen bireysel
ilişkilerden meydana gelmektedir. Özellikle genç kuşakların aile dışından
kaynaklanan toplumsal ilişki farklılığı ailenin değer aktarıcılığı işlevinin
gereği gibi işlenmesini engellemektedir. Böyle bir ailede geleneksel işleve
uygun olarak çocuğa rehberlik yapılmamaktadır.
Çağdaş aile
kentleşmenin herhangi bir boyutunda yer almaktadır. Bu, köyden kente göçten
biraz farklı ama her aileyi az ya da çok etkileyen bir süreçtir. Hiçbir aile
böyle bir olgudan kendini soyutlayamaz. Belirli tonlarda kendi gücüne sahip
olan kentleşmenin aileler üzerinde ortak bir etkisinden söz etmek mümkündür.
Köy ve kasaba toplumundaki sıcak ve yüz yüze ilişkiler bu süreç İle
parçalanmakta birbirinden kopuk ilişkilere dönüşmektedir. İnsanlar ilgilerini
sınırlamakta, her bir ilişkiyi bu sınırlar içinde düşünmektedir. Bu da
kentleşmeye özgü bir yabancılaşma demektir. Çünkü insan ilişkilerinin
parçalanması sonucu yabancılaşma doğmuştur. Böyle bir yabancılaşma ile ulaşılan
örgü birbirine yabancı olan ailelerin oluşturduğu bir kent hayatıdır.
Nesnelere
karşı oluşan yoğun duyarlılık nesne fetişizmine yol açmaktadır. Kentli insanın
parçalanmış ilişkiler sonucu ortaya çıkan böylesi yönelişi bir tür
yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu noktada gelinen aşama
önemlidir. Çünkü daha çok sanayileşmeye özgü olarak gelişen nesne fetişizminin
batılı gelişmiş ülkelerde görülen olumsuz etkilere sosyal bilimlerin ve
özellikle sosyolojinin bu konuda ortaya çıkan olumsuzlukları aşmadaki yeni
istek ve tutumlarını teşvik etmektedir.
Günümüzde sanayileşmiş
ya da sanayileşmemiş ülke farkının yeni bir toplum modeli arayışı içinde yerini
bilgi toplumu olma ya da olmama farkına bırakmasının temelinde birazda bu durum
yatmaktadır. Çünkü gelişmiş toplumlar giderek nesne üretme yerine nesnenin
kullanım bilincini ön plana almaktadırlar.
Daha çok
tüketim biçimleri içinde ortaya çıkan ama gerçekte sanayileşmeye bağlı olarak
toplumun bütün ünitelerinde görülen anomi ve yabancılaşma Türk ailesini tehdit
eder duruma gelmiştir. Bu gelişmede toplumsal sorunlar kadar ulusal kültür ve
geleneklere aykırı örneklerin özendirici bir şekilde sunulmasının rolü
bulunmaktadır.
Yabancılaşmanın Türk Ailesi Üzerindeki Toplumsal Tehdidinin
Kalkması İçin Neler Yapılabilir?
Her şeyden önce
aileyi saran tüketim arzusunun bir çeşit hastalık düzeyinde geliştiği
bilinmeli, bunun tedavisi için önlemler alınmalıdır. Nesne fetişizminin
oluşumuna yol açan aile duyarlılığını dengeleyecek değerlerin oluşumu ve
muhafazası için yaygın eğitim imkanlarından yararlanılabilir. Bu çerçevede
başta okullar olmak üzere kitle iletişim araçları gerekli sorumlulukları
üstlenebilirler.
Ailenin değer
aktarıcılığı işlevini geleneksel rolüne uygun olarak yapabilmesi toplumsal
gelişmelerin etkisine açıktır. Bu doğrultuda toplumu yönlendiren etkenlerin
sağlıklı işlemesi gerekmektedir. Aksi halde toplumun genel kabul ve eğilimleri
dışında gelişecek değer aktarıcılığının kendi içine kapanmış bir aileye
yöneleceği düşünülebileceği gibi bunun tam karşıtı değerlere kayıtsız ailelerin
oluşumuna yol açılmış olur.
İnsanların
kendi gerçeğinin farkında ve bilincinde olması yabancılaşmaya çekilebilen en
büyük settir. Onları kişisel ve toplumsal olarak karakterize eden özgün
nitelikleri işaret etmektedir. Kendi toplumsal kimliği ve konumunu aşağılayan
bir kişinin yabancılaşmaya son derece uygun olduğu düşünülebilir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder