7 Ekim 2013 Pazartesi

Aile ve Yabancılaşma


    Aile, benzeri toplumsal kurumlar gibi her türlü toplumsal olayın etkisine açıktır.Bu önerme, aileyi meydana getiren bireylerin toplumsallaşma serüveninin aileye rağmen taşıdığı farklı özelliklere daha uygun düşmektedir. Çünkü çağdaş aile
, toplumu ve çağının değişmelerine tanık olmakta aynı zamanda mikro-sosyal bir çevre olarak kendi kesiti içinde toplumuna da tanıklık etmektedir. Geçmişteki otonom aile yapısı yerini dış dünyadan haberli, tüm aile bireylerinin kendi dışındaki gelişmelerle zorunlu iletişim halinde olduğu bir aile yapısına bırakmıştır. Yani aile geçmişte bir tek üyesi ile etkilenirken, günümüzde tüm bireyleriyle aracısız ve doğrudan her türlü etkiye açıktır.

       Teknolojik gelişmenin yol açtığı yeni davranış ve yaşama biçimleri toplumsal hareketliliği hızlandırırken, geleneksel değerlerinde büyük ölçüde sarsıntı geçirmesine neden olmaktadır. Ancak değerler arasındaki söz konusu geçiş her zaman beklenildiği gibi olamamakta, toplumlarda kaybolan değerlerin yerine yeni değerlerin ikamesi gecikmektedir. Özellikle parasal gücün yüceleştirdiği ve hatta meta (nesne) fetişizmi yoluyla kutsallaştırıldığı bir toplumda bu ekonomik değerlere uyumlu yeni ahlaki değerlerin yaratılması ve bu iki değer sistemini uyumlu ve dengeli bir biçimde içselleştirmiş bir kişilik yapısının oluşması uzun bir zamanı gerektirmektedir.

      Kendi içindeki çeşitli bölünme ve değişmelere rağmen geleneksel özellikleri ağır basan aile, sahip olduğu değerlerin muhafazası ile yeni değerlerin benimsenmesi açısından sosyo-kültürel değişimin doğasına uygun çatışmalara konu olmaktadır. Bu çatışmanın aile üyeleri arasındaki sahip olduğu farklı görünüm temeldeki değişimin üyeler arasındaki farklı etkileri sebebiyledir. Çünkü aynı çatı altındaki farklı kuşaklar aynı zamanda farklı çabalar, ilgiler ve değerler demektir.
       Yabancılaşma aile planındaki görünümlerinin böyle bir farklılaşma olgusuna bağlı olarak geliştiği söylenebilir. Bunları toplumun ekonomik ve kültürel değişime paralel olarak aile içi ve aile dışı etkileşimlerin kendine özgü örneklerinde aramak gerekir.

         Aile Dışı İlişkiler
       Tüm aile bireylerinin tek tek ya da bütünüyle yakın çevre, iş dünyası ve toplumsal hayatla ilişkilerine işaret etmektedir. Bu ilişkiler tek boyutlu olmayıp birden fazla boyuta sahiptir.
       Aile içindeki kuşak farklılığı olanca bütünselliğine rağmen toplumsal ilişkilerin anne-baba ve genç kuşaklar tarafından farklı algılanma nedeni olmaktadır. Açıkçası böyle bir ikilem farklı temsil yeteneği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla aile her zaman geleneksel değerlerle yeni değerlerin çatışmasına müsait bir ortama sahiptir. Bu ortam ekonomik düzey ve ihtiyaçlar, kültürel ilgi ve eğilimler, kitle iletişim araçları gibi değişik etkilere açık, zaman zaman bunların bir kısmı ya da tümünün tehdidi altında bulunmaktadır.

      Yeterli ekonomik güce ve bu gücün gerektirdiği kültüre sahip olmayan ailelerin aile dışı ilişkilerinin ailenin kendi kontrolü dışında geliştiği söylenebilir. Telkin ve teşvik edilen yaşama biçimlerinin ailede kolaylıkla kabul görmesi bu çerçevede anlaşılmalıdır.

        Bu anlamda yabancılaşma örnekleri her bir ailenin kendi sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyine uygun olmayan ilgi, özlem ve eğilimlerle ortaya çıkar. Günlük hayatta özenti ile ifade edilen tüm ilgiler aile yabancılaşmasının somut görüntülerini teşkil eder.


           Aile İçi İlişkiler
     Bu ilişkiler farklı kuşaklar arasında olduğu gibi kuşak farkına rağmen görülebilen bireysel ilişkilerden meydana gelmektedir. Özellikle genç kuşakların aile dışından kaynaklanan toplumsal ilişki farklılığı ailenin değer aktarıcılığı işlevinin gereği gibi işlenmesini engellemektedir. Böyle bir ailede geleneksel işleve uygun olarak çocuğa rehberlik yapılmamaktadır.

        Çağdaş aile kentleşmenin herhangi bir boyutunda yer almaktadır. Bu, köyden kente göçten biraz farklı ama her aileyi az ya da çok etkileyen bir süreçtir. Hiçbir aile böyle bir olgudan kendini soyutlayamaz. Belirli tonlarda kendi gücüne sahip olan kentleşmenin aileler üzerinde ortak bir etkisinden söz etmek mümkündür. Köy ve kasaba toplumundaki sıcak ve yüz yüze ilişkiler bu süreç İle parçalanmakta birbirinden kopuk ilişkilere dönüşmektedir. İnsanlar ilgilerini sınırlamakta, her bir ilişkiyi bu sınırlar içinde düşünmektedir. Bu da kentleşmeye özgü bir yabancılaşma demektir. Çünkü insan ilişkilerinin parçalanması sonucu yabancılaşma doğmuştur. Böyle bir yabancılaşma ile ulaşılan örgü birbirine yabancı olan ailelerin oluşturduğu bir kent hayatıdır.


         Nesnelere karşı oluşan yoğun duyarlılık nesne fetişizmine yol açmaktadır. Kentli insanın parçalanmış ilişkiler sonucu ortaya çıkan böylesi yönelişi bir tür yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu noktada gelinen aşama önemlidir. Çünkü daha çok sanayileşmeye özgü olarak gelişen nesne fetişizminin batılı gelişmiş ülkelerde görülen olumsuz etkilere sosyal bilimlerin ve özellikle sosyolojinin bu konuda ortaya çıkan olumsuzlukları aşmadaki yeni istek ve tutumlarını teşvik etmektedir.

    Günümüzde sanayileşmiş ya da sanayileşmemiş ülke farkının yeni bir toplum modeli arayışı içinde yerini bilgi toplumu olma ya da olmama farkına bırakmasının temelinde birazda bu durum yatmaktadır. Çünkü gelişmiş toplumlar giderek nesne üretme yerine nesnenin kullanım bilincini ön plana almaktadırlar.
         Daha çok tüketim biçimleri içinde ortaya çıkan ama gerçekte sanayileşmeye bağlı olarak toplumun bütün ünitelerinde görülen anomi ve yabancılaşma Türk ailesini tehdit eder duruma gelmiştir. Bu gelişmede toplumsal sorunlar kadar ulusal kültür ve geleneklere aykırı örneklerin özendirici bir şekilde sunulmasının rolü bulunmaktadır.



Yabancılaşmanın Türk Ailesi Üzerindeki Toplumsal Tehdidinin Kalkması İçin Neler Yapılabilir?

       Her şeyden önce aileyi saran tüketim arzusunun bir çeşit hastalık düzeyinde geliştiği bilinmeli, bunun tedavisi için önlemler alınmalıdır. Nesne fetişizminin oluşumuna yol açan aile duyarlılığını dengeleyecek değerlerin oluşumu ve muhafazası için yaygın eğitim imkanlarından yararlanılabilir. Bu çerçevede başta okullar olmak üzere kitle iletişim araçları gerekli sorumlulukları üstlenebilirler.
       

        Ailenin değer aktarıcılığı işlevini geleneksel rolüne uygun olarak yapabilmesi toplumsal gelişmelerin etkisine açıktır. Bu doğrultuda toplumu yönlendiren etkenlerin sağlıklı işlemesi gerekmektedir. Aksi halde toplumun genel kabul ve eğilimleri dışında gelişecek değer aktarıcılığının kendi içine kapanmış bir aileye yöneleceği düşünülebileceği gibi bunun tam karşıtı değerlere kayıtsız ailelerin oluşumuna yol açılmış olur.
        İnsanların kendi gerçeğinin farkında ve bilincinde olması yabancılaşmaya çekilebilen en büyük settir. Onları kişisel ve toplumsal olarak karakterize eden özgün nitelikleri işaret etmektedir. Kendi toplumsal kimliği ve konumunu aşağılayan bir kişinin yabancılaşmaya son derece uygun olduğu düşünülebilir.


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder